İzleyiciler

27 Kasım 2015 Cuma

Bu yapılan hayır mı şimdi?

Düzenli olarak birileri karşımdaki parkta, yere(!) bayatlamış ekmek atıyor. Bazen simit, bazlama ve galetayla çeşitlendiriyor. O kadar çok ki, bir lokanta ya da bakkal falan diye düşünüyorum. Amacı eminim ki israf etmemek. Ama ne yaptığının farkında olmayacak kadar sığ bir zihniyete sahip demekki.


Bu vatandaşa Allah'tan akıl istiyorum. Perdemi açıp yola baktığımda saçılan ekmekler,benim gibi lokmayı yolda gördüğünde öpüp başına koyan bir insanı geleceği için çok korkutuyor.
Parka gelen köpekler bu yığını bir hayırlıyor, dağıtıyor. Sağa sola saçıyor ki, parkın köpekler tarafından -çok afedersiniz- tuvalet olarak kullanıldığını bilmeyen yoktur sanırım.
Güvercinler ilk günler gelip biraz tırtıklıyor, sonra taşlaşıyor olsa gerek, serçeler bile uğramıyor yanına. Belediye görevlileri birkaç gün sonra çöpe dönüşen ekmekleri, söve söve (bence çok haklılar) toplayıp atıyorlar.

Acaba bunu yapan açlığı biliyor da mı atıyor, bilmiyor da mı atıyor?

22 Kasım 2015 Pazar

forever

Geçen gün e2'de rastladım, iki dakikada çekti içine beni. Oynayan 1.sezon 8. bölümüymüş, "internette baştan başlayayım bu diziye, bakalım nasılmış" dedim. Hepi topu kırk dakikalık diziyi üç- dört oturumda izleyebilmiş olsam da, çok beğendim. Diziyi... Yoksa Ioan Gruffudd'u değil :)))))
Yeni takıntım olma olasılığı çok yüksek.

Uykuu, biraz duygu...

Miniğim, yanında uyumazsam yirmi dakikadan fazla uyumuyor. "Anne sensörü" var velette, beraber uyursak tatlı tatlı uyuyoruz çok şükür.
Bu sabah saat on civarı uykusu geliyor, yatıracağım. "Bir buçuk saatten fazla uyumaz ya" deyip, en sevdiği uyku pozisyonunda yatıyoruz beraber. Ben bağdaş kuruyorum, paşa hazretleri kucağımda, yüksekçe bir yastığa koyuyorum başımı. Ohh, uyku kardeşim ver elini.
Gözümü açtığımda saatin oniki olduğunu panikle görüyorum. Tam da abimizin tekvando dersinin başlangıç saati.
Hızlı hazırlanmada iyiyimdir, sonuç hiç estetik olmaz ama gitmek gereken yere oldukça hızlı gidebilirim. Nitekim bebeği, çocuğu, kendimi hazırlayıp salona gittiğimizde, saat onikiyi çeyrek geçiyor.
Ders bitip çocuklar dağılırken öğretmeni, "Lütfen onikiye çeyrek varken gelin, ısınamıyor, hareketlere doğrudan başlaması gerekiyor" diyor, sanki her sefer geç getiriyorum.
Ama aklımda bir soru, acaba geç gelme sebebini sordular da beni oğlum "anam uyuyakaldı" diye gammazladı mı beni diye. Cevabından korktuğum için soramıyorum.

Bir daha da saat kurmadan uyumam, tövbe.

20 Kasım 2015 Cuma

Bakıcı, anneyi dövdü sevgili seyirciler

- Cumartesileri çalışmam, aileme ayırıyorum...
- 9dan önce gelemem, 6dan sonra kalamam. Küçük bir çocuğum var...
- Sigorta istiyorum, insanlar şikayet ediyormuş, büyük cezalar ödeniyormuş...
- Dolmuşlara zam geldiğinde ben de zam isterim, iki araçla geliyorum. Beni zorlar...
...
Sıra bana geçtiğinde içimdeki ben'ler konuşmaya başladı.
Bir tanesi, "Dediğin parayı veremem, şu parayı verebilirim. Sigortanı yaptırırım ama kuldan korktuğum için değil, Allah'tan korktuğum için. İstedin, hakkındır. Cumartesi ve çalışma saatleri tamam, fakat hafta içi izin alırsan beni zor duruma sokarsın, mecbur kalmadıkça izin alma lütfen. Zam konusuna gelince, hele bir başla bakalım. Birbirimizden memnun kalırsak dolmuşa zam gelmesini beklemem zaten" dedi, bunu sesli söyledim.
Diğeri, "Kıskandım seni" dedi, "Hakkını savunabildiğin için kıskandım. Allah'ın her cumartesi günü itirazsız çalıştığım, senelerce mesaiye kaldığım, bayramlarda törenlerde çalıştığım için kıskandım. Benim de ailem, küçük çocuğum vardı. Annem ben işe giderken peşimden "Bu kadar küçük bebek bırakılır mı, senin kazandığın para haram!" dediği halde çalıştım." dedi ve ağlamaya başladı ama konuşmaya devam etti. "Ağzımda kariyer, vefa, ihtiyaç mazeretleri vardı, ama hiçbiri çocuğumun önüne geçmemeliydi, buna rağmen çalıştım. Ben senin kadar çocuğuma sahip çıkamadığım için kıskandım. Kendimi ezdirdiğim için, buna göre göre izin verdiğim, engel olamadığım için kıskandım." dedi, baktı muhatabı yok sustu ama ağlamaya devam etti.

15 Kasım 2015 Pazar

Vadide çeşit çeşit anneler

Bugün Ankara'da hava serindi ama pırıl pırıl bir güneş vardı. Bebeği kanguruya atıp, Dikmen Vadisi'ne yürüyüşe gittim. Vadi her mevsim güzel ama sonbaharda bir başka güzel. Sağ sol renk cümbüşü, yaz aylarındaki kadar kalabalık da değil.
Bebeğime kışlık tulumunu giydirmişim, başında şapka var, boynunda da tülbent. Ama rüzgar var, açık yerlerini tülbentle kapamaya çalışırken arkamdan "aiaiai aovaovao" diye şarkımsı bir ses geliyor, "bu da ne ki?" diye bakıyorum. 2-3 yaşlarında bir kız çocuk, 2(iki) tekerlekli bisiklete biniyor, İspanyolca sandığım bir dilde durmadan konuşuyor.Yanında anası olduğunu düşündüğüm hatun da bir yandan şarkı söylüyor, bir yandan da paten kayıyor. Ay şunlara bir "merhaba" desem diyorum, diyene kadar beni geçip gidiyorlar.
Allah'ım, şaşırıyorum, hoşuma gidiyor, imreniyorum.
Aynı tabloyu kendime uyarlıyorum sonra. Bisiklette benim çocuğum, elbette yardımcı tekerler takılı, ben seleye yapışmışım. Ayaklarımda yeri en çok kavrayan ayakkabım neyse o, malum çocuk bu, havuza doğru, yokuştan aşağı neyim hızlanır. Peşinden koşabilmek lazım. Sırtımdaki çantada en az bir takım yedek çamaşır, düşme çarpma merhemleri. Ağzımda da aiai aovaov yerine Ayetel Kürsü.
Çizdiğim tablo hoşuma gidiyor, gülümsüyorum. Aşırı korumacı olduğumu fısıldıyor bir ses. Hemen kovalıyorum onu.
Derken düz yol bitiyor, yokuş aşağı ineceğim. Hızımı azaltıyorum, malum zemin kuru yapraklarla dolu, ayağım kayar, düşerim, müşerim.
Hafazanallah.
Eve gelince işkembe çorbası pişirmeye kalkıyorum. Kucağımdan inmeyen miniğim, her fırsatta tencerenin içine atlamaya çalışıyor. "Güzel olmuş" diyen oğlum bana dünyaları bağışlıyor. Çorbanın adı "Boy Uzatıcı Çorba". Tarifi http://www.nefisyemektarifleri.com/terbiyeli-iskembe-corbasi/

yeni bir günlüğe daha başlarken...

Kendimi bildim bileli günlük tuttum ben. İçimde hep okunması kaygısıyla. Okundu da zaten, yazılı olanlar illaki birilerinin eline geçti, elektronik olanlar tehlikeli boyuta gelince korkudan silindi. Bu seferki bilmem kaçıncı. Heveslendim yine, hayatı kaçırmamak adına, yararlanabileceğim şeyleri bulabilmek umuduyla, bir de yazma ihtiyacımı köreltmek için başladım yine. Çok iddialı değilim, zira geçmişimde bir sürü ölü blog taşıyorum. Ama keşke güzele ulaşabileceğim, iyiyi ulaştırabileceğim faydalı birşeyler yapabilecek olsam.
En büyük isteğim, evimin ne kadar kirli olduğunu, yemeğimin olmadığını ve aylar boyunca yazamadığım için üzgün olduğumu yazmamam. Acı haberler verdirmesin yüce Rabb'im, onu kastetmiyorum tabi. Benim dileğim kendimi tekrar etmemek.
Zaman hızla geçiyor, ömrümün her döneminde bunun ayırdında oldum ancak son zamanlarda farkettiğim, yaşlanıyor olmam. Kaydetmesem iyi- kötü herşey unutulacak.
Bakalım bu iş profesyonelliğe dönecek mi yoksa geçici bir heves olarak kalacak mı?
Bilmemkaçıncı güncenin ilk yazısı.
Ben Eylül'den beri 37 yaşındayım. İki güzel yürek bana "anne" dedikçe onları verene şükrediyorum. Bazen sabırlı, bazen çekilmez, bazen suratsız ama şartları gözetildiğinde iyi bir eşim.
Üniversiteli olduğumdan beri koşturarak geçti hayatım. Okurken çalıştım. Çalışırken yüksek lisans yaptım. O koşturmada evlendim, yüksek lisans bitince onun boşluğuna "ek iş" koydum. İlk bebek gelince ek işi bıraktım, işe devam ettim ama o ana kadarki ömrümün en zor dönemine girdim. İşler yoluna girmeye, kendime vakit ayırmaya başladığımda, şeytan azapta gerek, ikinci bebeğimi doğurdum. Sadece hastalıkla kesintiye uğrayan iş hayatım, 14 sene sonunda 6 aydır dondurulmuş durumda. Nefret ettim ev hanımlığından, yeniden sahalara dönme isteğindeyim ama çare bulamadım şu zamana kadar. Uğraşıyorum, bakalım bulabilecek miyim?
Yağmur severim, kuzine severim, kitap severim, dost severim, yer yatağı, yer minderi, yer sofrası... yer'e ait pek çok şeyi severim.
Severim de kavuşamam.