İzleyiciler

14 Temmuz 2016 Perşembe

İlk yaş günü; yıl sonu gösterisi; menenjit korkusu

........
Oğul balı bu, balın en kıymetlisi,
Ballar balı bu,
Bizim sermayemiz bu,
Varlığın hedefi ve sermayesi bu,
Nur-u Hakk'ın elbisesi bu,
Gönül çocuğu bu,
Hikmet beşiğinde yatan,
Kudret sütüyle beslenen,
Dedesinin kuzusu bu....

Tabduk Emre-Yunus Emre dizisinden

Delikanlı oldu küçük prens, onu verene şükrolsun.
Tembel azcık, yürümeye niyeti yok gibi, poposunu sallaya sallaya emekliyor. Eskiden "anne"ye benzer bir şey söylerdi, şimdi o da yok. Sadece canı yoğurt istediğinde ağzını şapırdatıyor :D
Priz ve kablo hastası, zor alıyoruz başından. Prizleri kapatan bir plastik parça var, ondan alıp takmıştım, güya güvenli hale getirdim. Bir baktım, prizi sökmüş, arkadan kablolar görünüyor.

Yürütece koyuyorduk biraz nefes almak için, şimdi ondan başaşağı atlamaya çalışırken alıyoruz geri, kaldıracağım artık, başıma bi iş gelmesin, Allah korusun. Geçen de mama sandalyesinde ayağa kalktı.
^_^

Nerdeyse 13 aylık olacak, ben daha yeni yazıyorum. Olsun.
Hiç heveslenmedim parti yapayım, dostları çağırayım diye, halbuki büyükte aylar öncesinden planlamalara başlamış, yakın- uzak herkesi çağırmış, muazzam bir parti hazırlamıştım.
Bu sefer biraz daha maneviyat istedi gönlüm. Ne yapsam diye düşünürken, dostlara çam fidesi hediye etmek geldi aklıma. Dağıttık, biz de diktik, inşallah tutar, büyür.


diye yazıştım geçen ay. Büyüğün sene sonu gösterisinden de bahsedecektim. Ne kadar zayıf bir program olduğundan, palyaço gibi saçma bir kıyafet giydiklerinden. Ama üstünden o kadar geçti ve daha önemli şeyler oldu ki, hiç bahsedesim yok.

Okulların kapanmasına bir hafta kala, bakıcı hanım izin aldı, ateşi bir türlü inmeyen kızını hastaneye götürdü. Akşama doğru aradığımda, poliklinikten ana hastaneye sevk ettiklerini söyledi. Sonra gece 1.30 da bir telefon geldi, ağlaya ağlaya menenjitten şüphelenildiğini, belden bir sıvı almak için imza istediklerini, atıp atmayacağını abime sormamı istediğini söyledi. Önce menenjit sandılar, aklımız çıktı. Anlaşıldı ki böbreklerinde bir sıkıntı varmış, ama bunu bulana kadar 1 ay hastanede kaldı çocuk, perişan oldular, hem korkudan hem yapılan işlemlerden.

Kısa keseyim, çocuk hastaneye yattı, haliyle annesi yanında, benden iş bekliyorlar, küçük prens dakika tek başına durmuyor. Gündüz onunla uyudum, gece olabildiğine çalıştım, ama tabiki işler yetişmedi. evin düzeninden geçtim, yemekti çamaşırdı, her şey aksadı. Koyun can derdinde, kasap et derdinde, bakıcı hanım evladının derdindeyken ben düzeni yakalayabilmek için çözümler üretmeye çalışıyordum.

Okul tatil oldu, ilgi isteyen çocuk sayısı 2ye çıktı. Ben perişan.
Bebeğe bakacak biri lazım, büyük deniz sayıklıyor... Babamdan rica ettik, Bizi tatile götürdü. Laptopu yanıma aldım, hem çocuklara tatil yaptıracağım, hem işimi yapacağım.

İkinci gün küçük prens sahilde istifra etti, zannettim ki üşüttük. Akşamında büyük prens aynı şekilde, sandık ki bebeleri denizde üşüttük. Gece ben soluğu klozette alınca anladık ki, mikrop kaptık. Babam da gecenin sabahına hasta kalktı. Benim plan program suya düştü. Çalışmayı bırak, nefes alamadım. Herkes hasta,  kimse kimseye bakamıyor. Ben isyanlardayım. 

3-4 gün kadar sallandık, sonra hayat normale döndü, bebek denize alıştı, çok sevdi. Yalap şalap da olsa işimi yapabildim. Oradan bayram için biz eşimin memleketine gittik, babam Ankara'ya döndü.

Evlendiğimden beri bayramlardan nefret ediyorum, tiksiniyorum hatta. :(
Çocuk yokken sadece dinlenebileceğim tek fırsatın elimden alınışı ve her bayram erkek tarafına gittiğim için surat asan ailem vardı. ama kalabalıklaşınca işin rengi de değişti, bana göre tadı da kaçtı. Aylar öncesinden bayramlar yaklaştıkça suratım asılıyor. Kültürmüş, bilmemneymiş diye kendimi rahatlatmaya çalışıyorum ama olmuyor, şu kapitalist düzene ayak uydursan olmuyor, uydurmasan olmuyor. Neyse, bu durum üstünde çook konuşulacak başlı başına bir konu, uzatmayacağım.

Dönüş vakti geliyor, küçük prens arabaya binmekten nefret ediyor, 8 saatlik yol uyanıkken çok zor geçiyor diye uykuda geçirsin istiyoruz. Sabaha karşı 4 gibi yola çıkıyoruz, her şey programladığımız gibi gidiyor, çocuklar arabaya biner binmez sızıyorlar, Afyon'a kadar misler gibi gidiyoruz uyanmadan. 
Derken arabadan tıkır tıkır sesler geliyor.
Zar zor sanayiye gidiyoruz. Usta diyor ki, "Motor açılacak. Sizi otobüse bindirelim."
Telefon trafiği, onu mu yapalım, bunu mu yapalım. Son karar olarak eşimin kardeşi ve babası bize araba getiriyorlar, biz onunla yola çıkıyoruz, bizim arabayı da çekici memlekete götürüyor. Tabi bunlar olana kadar 9 saat geçiyor, Allah'tan "Afyon Park" diye bir alışveriş merkezi var, emzirme odası gördüklerimin arasında en lüksü. Yemek yiyoruz, zaman geçiriyoruz, Allah beterinden korusun diyoruz, dağ başında kalsak ne yapardık diyoruz. 

Gece geldiğimiz eve biz yokken usta sokmuş eşim, ev ayakta. Yorgunluktan bayılmak üzereyim, karşılaştığım manzara tansiyonumu oynatıyor. Offf derken farkediyorum ki eve güvercin girmiş oraya buraya pislemiş.

Neyseki, pazartesi usta işini bitirip çıkıyor, çarşamba temizlikçi gelip ortalığı temizliyor, bugün de bakıcı hanım yeniden başlıyor. Düzene yeniden kavuşacağız inşallah.
Yarın işimi teslim etmeliyim, oldukça eksik olacak, başım ağrımasa bari. O kadar sıkışıklıkta buraya neden yazıyorum bilmem, anlatma ihtiyacı duydum demek ki.

Ortamın tozundan kirinden alerji mi oldum, yorgunluktan direncim kırıldı nezle mi oldum bilmiyorum, sürekli hapşırıyorum, burnum çeşme. Zaman zaman çok bunaltan baş ağrım var.

Gündemi yazmayacağım bile.