İzleyiciler

31 Mart 2016 Perşembe

bir jest, bin teşekkür




Sevgili Derya, önce mis gibi bir çay öğretti bana,
sonra ufacık bir jestle ne kadar mutlu olunacağını...





30 Mart 2016 Çarşamba

calpol

Küçük prensin yemeğini Calpol'le yapasım var a dostlar.
Adam bu şeyden başkasına açmıyor ağzını.

İşin daha acayip yanı, 8 yaşındaki büyük prensin Calpol içiyor diye kardeşini kıskanması...

Ne ilaçmış arkadaş.

29 Mart 2016 Salı

yemek daveti- ateşlenen bebek

Monoton bir hayatım var ya benim, renklensin azıcık diyorum, eşimin çalıştığı kişileri yemeğe çağırıyorum. Perşembe günü kesinleşiyor, cumartesi günü gelecekler.
Ayy, özlediğim heyecan sarıyor beni, günlerdir aklımda olan yapılacaklar listesini hayata geçirmeye başlıyorum. Bakıcı hanım sağ olsun, "cumartesi gelir, öğleye kadar ben de yardım ederim diyor, ohh cillop.
Alışveriş yapıyorum sanal marketten, (bu olayı başka bir yazıda anlatacağım, üçkağıtçılar :( ) kafamda işleri programlıyorum, güya geceleri eve çeki düzen vereceğim, gündüz de yemekleri bakıcı ile hazırlayacağız. Ah ah, bir hevesliyim ki, masa düzeni aklımda, tabak düzeni aklımda, menü hazır, daha 3 tam gün var, sahalara bir döneceğim, pir döneceğim.
Akşam oluyor, küçük prensi uyutup, ortalığı toplayacağım, çocukta bir keyifsizlik, herşeye ıh ıh ıh, yatmıyor, kalkmıyor, oynamıyor. Aaa, alnına bir bakıyorum ateşi var.
!!!
Aylardır ilk kez bu ağırlıkta misafir bekliyorum ve geleceğiz dedikleri günün akşamında bebeğim ateşleniyor. İptal etsem, ayıp. Ev toplamayı geçtim, uyku uyuyamıyorum, Ateşi çok yükselmiyor ama çok huzursuz ve yanından kalkınca uyanıp ağlıyor.
Ne pişman oluyorum, gündüz içimden geçen coşkuyla gece düşündüklerim taban tabana zıt. Sinirimden ağlayacağım.
Çok uzatmayayım, cuma ve cumartesi günü kucağımda hasta bebek, bakıcının da yardımıyla yemekleri hazırlayabiliyorum ama ev dandini, kuaför olayı iptal. Ortalıktaki eşyaları yatak odasına tıkarak açılmış bir salona, akşam yedi gibi misafirlerim geliyorlar. Herkes çok kibar ve şık.
Küçük prens, kendini sevmeye çalışan misafirlere yeri göğü inleterek ve sırtını dönerek teşekkür ediyor. Çorbayı kaselere koyarken de babasının kucağından bana atlamaya çalışıyor. Sağ olsunlar, servisi kendilerinin yapacaklarını, benim gidip bebeği uyutmamı söylüyorlar.
Kalabalıktan ayrılan velet sakinleşip tatlı tatlı sütünü emerken, içerden çatal bıçak sesleri, "ne zahmet etti" lafları  geliyor, çorba bitiyor, yemek bitiyor, tatlıya geçiliyor, bizimki halen memeye yapışık. Dakikalar sonra gözler süzülüyor, usulca yanından ayrılıyorum. Masaya oturuyorum, sabah yediğim bir simitle bu saat olmuş, midem kazınıyor, birşeyler yemeye başlıyorum beş dakika sonra içerden ağlama sesi, sonrasında da masadan aaaaa sesleri duyuluyor.
Yeniden uyutma çalışmalarım sonuç vermiyor, alıp içeri götürüyorum. Bizimki kendine bakanı yakalarsa ağlamaya başlıyor, kucağımdan inmesi söz konusu bile değil. Birer ikişer masadan koltuklara geçiyorlar, ben, yaka iğnem ve anne misafirim masada kalıyoruz. Laf lafı açıyor ve ben misafirimin "Güçsüzler ve Kimsesizler Vakfı"nın genel başkanı olduğunu öğreniyorum. gözlerim ışıldıyor. Duyduğum ihtiyacı (bloğa da yazmıştım) ağzımdan köpükler saça saça anlatıyorum. Bebek büyüdüğünde beklediğini söylüyor, heyecanlanıyorum.
Davetin devamını anlatmaya çok gerek yok, nasıl olduğu tahmin edilebilir. Mutlu ayrıldılar, onları öyle görünce başım göğe erdi. Misafirler gidince bizimki sustu.

Gece yine ateşlendi, dün gece daha çok çıktı ateşi. Çok iştahsız, ishal ve ağzında pamukçuk benzeri beyaz yaralar var. bugün daha iyi çok şükür, döküntüler başlarsa 6. hastalık diyeceğim, inşallah geçer biter. Dört günde yüzü gözü küçüldü yavrumun. Bebeğin hastalığı annenin kabusu.

Bu arada, yorgunluğumu, keyifsizliğimi biraz olsun alıp beni kokusuyla mest eden çayı önermek, metheden arkadaşım sevgili Demir Anne'ye de teşekkür etmek istiyorum. Doğuş Mistik Chai, yüksek beklentimi karşıladı, çok beğendim.
Mmmmmh.




23 Mart 2016 Çarşamba

stronsium 90

Acayipleşti havalar;
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar
stronsium 90 yağıyormuş,
ota, süte, ete,...
umuda, hürriyete,
kapısını çaldığımız büyük hasrete.

Kendi kendimizle yarıştayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
ya dünyamıza inecek ölüm.


Nazım Hikmet RAN
6 mart 1958 /Varşova

1958 le fark var mı??

13 Mart 2016 Pazar

Lanet

Ben bu yazıp yazıp silme olayını daha önce yaşamıştım.
Söz yok ki yazacak.
Yine bir patlama, 138 can'dan bahsediliyor, devlet diyor ki 27.
Sosyal paylaşım siteleri yasak, tv'lerde haber kısıtlı.
"Aman avm'lere, pazar yerlerine gitmeyin, evden çıkmayın, bomba yüklü araçlar dolu"
Korkalım, pısalım, gerçekleri bilmeyelim, düşünmeyelim, konuşmayalım.
Ne yapalım?
Yarışma izleyelim, dizi izleyelim, yanlı haberleri izleyelim ve oy verelim.
....
Halkın üstünde ölü toprağı serili sanki.

Ahhh, ateş düştüğü yeri yakar, kaç can sinir krizi geçiriyor şu anda kimbilir?

Şu kıyamet kopsa da, hepimiz geberip gitsek!



7 Mart 2016 Pazartesi

hayal

Çocukları erkenden uyutsam...
Yağmur yağıyor olsa, arada bir camlara vursa. Bacadan fiyuv fiyuv sesler gelse.
Kuzineyi yaksam, ortalık usuldan ısınmaya başlasa.
Ocaktan aldığım çaydanlığın içine birkaç karanfil atıp, sobanın üstüne koysam.
Mindere otursam, yastığa yaslansam, bacaklarıma battaniye örtsem.
Alsam elime "Yüzyıllık Yalnızlık"ı, 464 sayfa, 464 dakika. Hiç kalkmadan, sabaha kadar okusam.
Bitince lezzetinden sarhoş olup, ağzımda karanfil tadı, dudaklarımda şükür duaları...
Olduğum yerde uyuyakalsam.

6 Mart 2016 Pazar

Çocuk yetiştirmek zor zanaat

Büyük prensin keyfi yoktu ya, cuma okula gitmedi, asıl nedeninin ingilizce sunumu yapmak istememesi olduğunu bildiğim halde gitmesi için ısrar etmedim.

Diğer çocukların tümü, okulda yapılacak olan kostümlü sunumu heyecanla beklerken, benimkinin kaçıyor oluşu;
Sürekli koşturması, bağırması, çağırması, düşmesi, yaralanması, itilmesi, kakılması;
İlgiye aç olduğu halde, yapmaya mecbur gördüğüm işim ve küçük prensten dolayı O'na vakit ayıramayışım, beni son zamanlarda oldukça düşündürüyor.

Kitap okumuyor, çünkü bizim elimizde kitap görmüyor.
Sporda çok verimli olduğuna inanmıyorum, çünkü sınavda çok başarılı değildi, komutların ne olduğunu sorduğumda bilmiyor, almaya gittiğimde terlemiş bulmuyorum. Halbuki tekvando hocası yerlere göklere sığdıramıyor. Çünkü, ilgisiz dese belki de kurstan alacağım, para kaybedecek. Bkz. bir önceki yazımın son cümlesi :(
Gitar çalmayı sevdiğini iddia ediyor, ama gitarı yalvar yakar eline alıyor. Öğretmeniyle konuştuğumda yavaş gittiklerini düşündüğümü söylüyorum, o da yaşına göre başarılı olduğunu, bu yaşlarda ısrar edilirse bıkıp bırakabileceğini, bu ayarda gidilmesinin doğru olduğunu iddia ediyor. Yine bkz.bir önceki yazımın son cümlesi :(
İngilizceyi sevmiyor, adını soyadını söylemeye aciz.

Ben tek maaşlı bir evin üç çocuğundan biriydim, Ailemin hedefi, ekmeğimi kazanabileceğim bir mesleğe sahip, düzgün karakterli ve ahlaklı olmamdı. Sosyal faaliyetler, kurslar, insanların mutluluk adına yaptıkları işler benim aileme göre gereksizdi, elzem işlerden çalınan vakit gibi görülürdü. Gerçi açlık yaşamış insanlar için müziğe, kitaba, süse, püse para ayırmamak çok ütopik görülmemeli ama insani gereklilikleri veremedikleri için, içten içe ailemi sorumlu tutuyorum. Mutlu değillerdi, mutlu çocuklar yetiştiremediler. (Ama onlar açlık ve yoksulluk gördüler, bizlere yaşatmadılar, Allah ikisinden de razı olsun.)

Spora dair bir geçmişim yok, spora ayıracak param olduğunda gidip bir kulübe üye oldum, şimdi de yapacak vaktim yok.
Müzik de aynı şekilde, uda aşık oldum, çocuklar doğmadan önce kurs aldım, parasını yetiştiremedik, bıraktım, şimdi kurslar biraz daha yaygınlaştı, ucuzladı, biraz daha elime para geçti ama yine vakit yok. Udum gardırobun üstünde eskimekle meşgul.
Güzel kıyafetler giyip süslenmek gereksizler grubundaydı, takdir etmesem de içime işlemiş, bakımlı olmayı beceremiyorum.
Babam yabancı dilin çok önemli olduğunu bilir, öğrenmem için ısrar ederdi. Ama kurs lafı hiç geçmezdi, evde kendi başıma öğrenmeliydim, onu da ben yapamadım.

Şimdi ailemde olduğunu düşündüğüm eksiklikleri kendi çocuklarıma yapmayayım diyorum, ders çalışmak dışında bir hayat olduğunu bilsinler, ruhları yorulduğunda dinlenebilecekleri yöntemler bilsinler, insanlarla diyalog kursunlar, pasif kalmasınlar istiyorum.
Ama bu işin yolunu yordamını bilmiyorum da, çocuğu boğuyor muyum acaba? Kendi göstermem geren alakayı, okula ve kurslara attığım için kendimi suçlu hissediyorum, bunu paylaştığım insanlar çalıştığıma ve bebeğe rağmen idare edebildiğimi söylüyor, ama çocuğumun bu iki konuda da suçu yok ki.

Özetle, çalışmak da, ikinci çocuk da benim tercihim, ceremesini çeken ise büyük prens.
:/

5 Mart 2016 Cumartesi

Bir tatlı huzur almaya geldik...

Ben yazana kadar günler geçiyor, evin gündemi değişiyor. :/
Çarşamba günü Ankara 29 derece idi, küçük prensi kanguruya atıp, bizim soluklanma parkımız olan Dikmen Vadisi'ne gittim. İkimize de iyi geldi, minnak ilk kez fıskiye gördü, bayıldı :)


Bu resmi koyar, havadan, sudan bahsederim derken fırsatım olmadı, ertesi gün oldu. Aaa, bir uyandık, şıkır şıkır yağmur yağıyor.
Bayılırım yağmura :)
Çevremdeki insanların nerdeyse tamamı nefret eder, kapalı havada içlerinin sıkıldığını söyler ama ben ba-yı-lı-rım. Aldım bebeği, sardım sarmaladım, şemsiyeyi açtım, hooop vadi. Yağmur şemsiyeye pıtpıtlarken miniğim uyuyakaldı, ben de Türkiye'nin gündemini aklıma getirmemeye çalışa çalışa huzuru aradım. Bir, termosta çayım eksikti.
Keşke kokuyu kaydetmeyi bulsalardı da, ıslanan çamların ve toprağın kokusunu da ekleyebilseydim.




"Milleti yatırınca yazayım artık, çok oldu, ihmal ediyorum günlüğü" diye düşünürken, büyük prensin öğretmeni aradı, düştüğünü ama endişelenecek bir şey olmadığını söyledi. Arkadaşı iteklemiş. Tüm keyfim kaçtı ama almaya gitmedim, akşam gelmesini bekledim. Servis geldi, zil çaldı, birtanem ağlayarak geldi, gözler kızarmış, yüzü morarmış. "Anne başım çok ağrıyo, midem bulanıyo" dedi ve içeri giremeden kapıda istifra etti. Durumu "düşmüş bir çocuğun istifra etmesi" olarak cımbızlayan beynim döndü, alıp hastaneye götürmeye hazırlanırken, biraz biraz toparlandığını fakettim. Sonradan anlaşıldı ki, kusma ile baş ağrısı farklı nedenlerden. Okulu aradım, "hasta çocuğu neden eve göndermediniz?" diye, uzun uzun yazmayayım artık, sınıf öğretmeni, ingilizce öğretmeni, sekreterler ve müdire hanımla olan görüşmelerden sonra okulda iyi olduğunu, serviste midesinin bulandığı sonucuna gelindi.

Konu çocuklarım olunca neden paranoyaksam bu kadar, dediklerine inanamıyorum, "hep saklıyorlar, süslü kelimlerle anlatıyorlar, halbuki öyle değil" düşüncesi çıkmıyor aklımdan.